11 Kasım 2008 Salı

'Sen şehrim kadar güzelsin şehrim senin kadar acılı'.

Önce iptal oldum. Okuyunca inanamadım. Piraye'nin resimlerini görünce hepten kalakaldım. Zamanımızın herşeyi görüntü ile bir düşünen insan yapısından nasibini az da olsa almış olarak bir adamın hele ki Nazım gibi bir adamın isminin heybetinden dolayı Piraye'nin de Monica Belluci'nin o yıllardaki Türkiye şubesi olması gerektiğini sanmıştım. Oysa ki nasıl yanılmışım. Her iki fikrimde de. Nazım'ın heybeti bir kadının dışını sevmekten ileri gelseydi eğer zaten şu anda onun adını anarak böyle birşeyler yazıyor olmazdım. Okuduğum anda beni iptal eden 'Karıcığım' diye başlayan dizeler olmazdı aşağıda.
Anlayamadım. Bir erkek tarafından sevilmeyi, öylesine sevilmeyi hayal edemedim. Hele ki 'karıcığı' olduğunuz bir erkek.. Çünkü erkekler sevgili modundayken sevgilerini belli edebiliyorlar diye biliyoruz hep. Ya da ben öyle biliyorum. Ben hiçbirşey bilmiyorum.
Herşey Cem Karaca dinlerken oldu. Önce 'Şimdi artık sen de herkes gibisin' dizelerinin Usta'ya ait olduğunu öğrendim. Evet itiraf ediyorum yeni öğrendim. Ama besteleyen de öyle bi bestelemiş ki.. Sonra 'Ben bir ceviz ağacıyım'ı dinlerken bu 'yapraklarım ellerimdir tam yüz bin elim var' dizesi olsa olsa yine Usta'ya ait olsa gerek dedim. Google'a yazdığımda çıkan manzara beni şaşırtmadı.
Evet tüm şiilerini okumadım. Hatta çoğunu okumadım. Bir arkadaşım şöyle demişti zamanında: ' Ben de her Türk genci gibi kısa dönem solculuğumu lise çağında yapıp bitirdim'. Gülmüştük. Benimki ne kısa dönem, ne solculuk, nede lise çağı.
Az önce hayatını okudum Usta'nın ilk defa. Mavi Gözlü Dev'i izlemiştim ama aklımda daracık bir hapishane odasında daktilosunun başında hastalıklı bir şekilde yazılar yazan bi adamdan başka birşey kalmamıştı. Halbuki Türkiye'den ayrıldıktan sonra yaptıklarını okuyunca ne kadar az aydınlatılmış olduğunu anlıyor insan.
Kendisinin de dediği gibi otuzunda asılmasını, kırk sekizinde ise barış madalyası vermek isteyen ve hatta veren zihniyetlerarası yolculuğunu; yazılarının otuz kırk dilde basılmasına rağmen 'Türkiyem'de türkçemle yasak' demesinin hüznünü hiç bilemeyeceğiz herhalde.
Daha bilemediğimiz neler var acaba?

2 yorum:

No dedi ki...

Yorumunuzu Bırakın eğer biz burada değilsek eve gittiysek uyuduysak bir yerlerde,
Henüz..

Siz herhangi bir yerden tesadüfen geçerken,
lütfen gidin buradan..

Bir şehirden vazgeçer gibi...-gidin!

Oysa ben az evvel "Monty Python's Flying Circus" izleyip gülecektim.
Sonra çoktan vazgeçtiğim bir gün'e uyanacaktım.
Ve çoktan vazgeçtiğim güne ilikleyecektim gömleğimi dışarı çıkacaktım.
Gülümseyecektim her zamanki gibi.

Holly shit.!

Oysa tesadüfen bir yerlerden yuvarlanan bir kaya gibi -Hayır.

Kayalar serttir değilmi?

Bir sahrada kumlara sürtüne sürtüne yuvarlana gelen o çalı gibi hafif bir rüzgarla yani yalancı bir endorfini iplemeyerek kalakaldım burada..

Sen şehrim kadar güzelsin.
Piraye'yi düşündüm.
Nazım'ı biraz.
Sonra unuttum hepsini ve hepsini okudum bütün yazılarını.
Bir yerde bir şeye daha takıldım sonra.

O hayatın ilk evine ilk dönencesine..
Az evvel mutfağa girip mutfağın o daracık camından ay'ın bilmem kaçıncı haline bakakaldığımda Jacques Brel olsaydı dedim biraz..
"Quand on n'a que l'amour"

Aşktan başka hiçbir şeyimiz kalmadığında..

Git...
..diye fısıldadım son kez!
Lütfen git...
Sen Şehrim kadar güzelsin..
Şehrim senin kadar acılı.

No dedi ki...

Merhaba,

Blog'unuzdaki yazıların altında yorum yapınız kısımları neden kapalı?
Okuyanların yorum yapmasını istemiyormusunuz?